17.6 C
İstanbul
Perşembe, Nisan 18, 2024

Avrupa Kentsel Şartı’na Göre Kent Hakkı ve Kentli Hakları – 1. PARÇA

GİRİŞ

1 – PDF – Birinci Bölüm

İnsan hak ve özgürlüklerinin kazanılmaya başlaması sonrasında başlayan serüven, mücadeleler ve neden-sonuçlarla yüklü tarihi bir arka plan yaratmaktadır. Bu arka planın içerisinde, birinci kuşak haklardan, dayanışma haklarına uzanan bir yelpaze bulunmaktadır. Bu yelpazenin bir kısmını ele almak amacıyla bu çalışmada kentsel haklar olarak; kent hakkı ve kentli hakkı ele alınacaktır.

Hukuksal altyapısı, yasal temelleri atılmak üzere bir çaba ve mücadele başlatılan bu haklar, şüphesiz ki öncelikle toplumların gelişmişlik düzeylerine paralel olarak bir ivme kazanacaktır. Gelişmiş ülkelerde benimsenen bir takım haklar, kentsel mekânlarda somut hale gelmişken; birçok ülkede somut hale gelebilmiş olan haklar, geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde hala soyut halde durmaktadır. Hal böyle olunca soyut halde duran bu haklar, kendisine taraftar bulamamakta ve halkların kazanımları haline gelememektedirler. Bu çalışmada, Avrupa Kentsel Şartı temel alınarak, özetle incelenecek ve esasen kentli haklarının hangi alanlarda kendilerini gösterdikleri aktarılacaktır.

 

(BİRİNCİ PARÇA)

(NOT: Bu çalışma, parçalar halinde paylaşılacak olup, kaynakçası son parça ile birlikte verilecektir.)

 

  1. İnsan Hakları ve Kentsel Haklar

 

  • İnsan Hakları Kavramı

 

Hak, genel olarak ya kişiler arası yazılı ya da sözlü sözleşmelerden ya da yasalardan doğar. İnsan haklarının temel özelliği, kaynağını sözleşme ya da yasaya dayanmaksızın açığa vurmasıdır. İnsan hakları hayatın içinde, ihtiyaçtan, ihtiyaç sahiplerinin istemlerinden kaynağını bulur. Tarihin tüm dönemlerini kapsayacak şekilde, otorite karşısında ihtiyaç sahiplerinin taleplerini şekillendirmeleridir söz konusu olan. Kendisini ve kendi geçim araçlarını bilinçli olarak üreten ve güzellikler yaratan, bu olanağa canlı türleri içinde sahip olan insanın eylemidir. O nedenle, insan hakları evrimcidir ve sürekli gelişir. Yaşama kaynaklı olduğu için de dinamiktir. Her tarihsel dönemde ihtiyaçlar ve istemler çeşitlenir, zenginleşir, derinleşir. İnsan haklarının evrimci ve dinamik karakteri buna yanıt verir. O nedenle de insan hakları listesine son nokta konulamaz (Öndül, 1998: 1).

İnsanın doğduğu andan itibaren kazandığı dokunulamaz temel hakların serüveni, 1215 tarihinde kabul edilen Magna Carta Bildirgesi’nde güvence altına alınması ile başlamıştır. Bunu takiben insan hakları 1789 Fransız “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” nin kabulü ile özellikle devletlerin anayasalarında yer almaya başlayınca uluslararası niteliğe bürünmüştür. Bildirgede bireyi devletten koruyan bir yaklaşımla; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, kişi güvenliği hakkı gibi temel haklar güvence altına alınmış ve bu tür haklara Birinci Kuşak Haklar adı verilmiştir. Sosyalist Devrim ve refah devletinin gelişimine paralel olarak; örgütlenme, çalışma, barınma gibi haklar söz konusu olmuş ve bu tür haklara İkinci Kuşak Haklar adı verilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelişmeye başlayan Üçüncü Kuşak Haklara ise başka ifadeyle “dayanışma hakları” da denilmektedir. Bu haklar devlet sınırlarından öte, insanlar arasında dayanışma gerektiren konulardan oluşmaktadır. Örneğin çevre sorunlarının sınır tanımaması sonucu toplumların ve devletlerin ortak dayanışmasını gerektiren bir konu olması bunlardan biridir. Zaman içerisinde sağlıklı bir çevrede yaşamanın insanlığın en doğal hakkı olma bilincinin gelişmesi, çevre hakkını doğurmuştur (Güler, 2012: 50).

Dayanışma hakları başlığı altında toplanabilen çevre, barış, insanlığın ortak malvarlığından yararlanma ve gelişme haklarına kentli hakları da eklenebilir. Dayanışma haklarının ortak özelliği, diğer tüm insan haklarının ortak özelliği olan yaşam hakkını ortak payda olarak almasıdır. Dayanışma hakları, diğer tüm insan haklarının da korunması için ortak gözetim, işbirliği ve dayanışmayı gerektirmesine karşın, niteliğinden kaynaklı olarak işbirliği ve dayanışma özelliği belirgin bir biçimde ortada olan haklardır (Öndül, 1998: 5).

Hüsnü Öndül’ün aktardığı üzere; insan hakları hukuku, bir yaşama durumunu hak formunda düzenlerken ya da hak diye nitelenen yaşama durumunun gerçekten insan hakkı olabilme, sayılabilme potansiyelini değerlendirirken dört unsur arar:

 

  • Konu: Bir eylem-işlemde gerçekte bir değerin korunması, kazanılması ya da geliştirilmesine dönüktür. Burada değerlendirmeye konu olan, değeri korumaya, kazanmaya ya da geliştirmeye dönük eylemle, çıkar, menfaat sağlamaya dönük eylem-işlem arasındaki ilişkidir. İnsan hakları hukuku, bir yaşama durumunu hak formunda düzenleyebilmek için ya da yapılmış bir hukuksal düzenlemeyi insan hakkı olarak niteleyebilmek için, onunla hangi değerin korunmak istendiğine bakar.

 

  • Özne: İkinci unsur, hakkın öznesidir. Hak diye nitelenen ya da öyle düzenlenen bir normda, o hakkın sahibinin kim olduğunun belli olması gerekir. Hakkın sahibi, kimi kez mağdur olarak eylem ya da işlemden birebir zarar gören olarak karşımıza çıkar ya da eylem ya da işlemde bulunulmadan önce hakkın sahibi bellidir ve tekil gerçek kişi olması koşulu da bulunmamaktadır. İnsan hakları hukuku, temelde birey ile devlet arasındaki ilişkiyi ve çelişmeyi esas almakla birlikte, giderek bireyin de içinde yer aldığı topluluklar, gruplar da hak olarak nitelenir oldular.

 

  • Muhatap: Muhatap genel olarak insan haklarında siyasal otoritedir, siyasal otorite devlet olanak ve yetkisini taşır. Siyasal otorite ya da devlet, insan hakları olarak adlandırılan hakları tanıyacak, uygulanması için koşulları yaratacak, özgürlüklerini kullanmak isteyenleri koruyacak ve bu hakları koruyup geliştirecek siyasal – sosyal tedbirleri alacaktır. Eğer kentli hakları söz konusu ise, o ülkede, kentli hakları bakımından yetkilendirilmiş yerel yönetimler de hak sahipleri tarafından muhatap alınacaktır. İnsan hakları hukukunda muhatap olarak devletin alınması yaklaşımı sanıldığının aksine bir sol değil, liberal yaklaşımdır.

 

  • Yaptırım: Yaptırımın ne olduğu ve türlerinin belli olması gerekir. Genel olarak hukukta yaptırım türleri, özgürlükten yoksun bırakma cezaları ya da belirli sürelerde meslekten çıkarma gibi idari yaptırımlardır. Hukuk düzeni, her bir hakkın niteliğine ve olayın oluşuna göre yaptırımlar öngörür. (Öndül, 1998: 2-4).

 

 

  • Kent Kavramı

Kentler, toplumların tarihsel, ekonomik, siyasal, kültürel ve ahlaki gelişimlerinin bir anlamda uygarlıklarının yaşandığı mekânlardır. Kentin uygarlaşması, yaşanabilirlik temelinde kentsel çevrelerin geliştirilmesi, kent mekânını paylaşanların kentlerine sahip çıkmaları, kentsel sorunların aşılması sürecine katılmaları, kısaca kentli olma bilincini paylaşmaları ile olasıdır. Geniş anlamıyla kent kavramı; her türlü üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, ekonomisi bunu destekleyecek şekilde tarım dışı üretime dayalı bulunan, teknolojik değişmenin beraberinde getirdiği teşkilatlanma, uzmanlaşma ve iş bölümünün en yüksek düzeyiyle, geniş fonksiyonların gerektirdiği nüfus büyüklüğü ve yoğunluğuyla, toplumsal heterojenlik ve entegrasyon düzeyine yükselmiş, karmaşık ve dinamik bir mekanizmanın sürekli olarak işlediği insan yerleşmesi olarak tanımlanabilir. Kentler, uygarlığın, medeniyetin beşiği olarak kentli hakların da içinde bulunduğu insan haklarının en iyi anlaşılma ve uygulanma mekânları olma fonksiyonuna sahiptirler (Balkır, 2010: 347).

George Simmel kentleri, paranın ve pazar ekonomisinin iç içe geçtiği ve pek çok insanın fiziksel olarak ilişki içine girdiği yerler olarak tanımlamaktadır. Mumford ise kenti, bir topluluğun kültürünün ve erkin yoğunlaştığı yer, zamanın bir ürünü, birikimi olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlarda kenti kırdan ayıran etmenler üzerinde önemle durulmakta ve bu etmenler kenti kent yapan temel özellikleri içermektedir. Sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal açılardan incelenen kent, içerisinde kendisine özgü bir mekânsal ve toplumsal örgütlenme biçimi ve bir yaşam tarzı barındırmaktadır. Dolayısıyla kentin önemli bir özelliği medeniyet ile eş anlamlı olarak kullanılmasıdır. Bu anlamda kentsel yaşamla uygarlık arasında yakın bir ilişki vardır Medeniyet, kent, vatandaşlık, hemşerilik ve demokrasi gibi kavramları merkezine alan kentsel haklar, Fransız filozof Henri Lefebvre’nin, çeşitli çalışmaları ile yeni ve farklı boyutlarda tartışma konusu olmaktadır (Güler, 2012: 51).

  1. Kentsel Haklar

 

  • Kent Hakkı Kavramı

Kent hakkı kavramı, ilk kez Marksist filozof ve sosyolog Henri Lefebvre (1968) tarafından aynı isimli eserinde kullanıldı. Kitap, 1968 Paris’indeki tarihi protestoların hemen öncesinde yayınlanmıştı ve 1968 sloganlarının çoğunun ilham kaynağı oldu. Lefebvre, kent hakkını “kentsel mekân” kavramı üzerinden yorumladığı için önce “mekân” ile ne kastettiğine değinmekte fayda vardır. O, mekânı kapsayıcı bir biçimde, algılanan mekân, tasarlanan mekân ve yaşanan mekân olarak üçlü bir sınıflandırmayla tanımlar. İnsanların gündelik çevrelerindeki somut ve nesnel fiziki mekân ile ilkini, zihinsel tasavvurlar ve mekâna yönelik yaratıcı fikirler ile ikincisini tarif eder. Yaşanan mekân ise birince ve ikincinin karmaşık bir ilişkisidir ve kişinin kendisinin gündelik yaşamdaki deneyimlerinden oluşur; gündelik yaşam pratiklerinde, yaşanan mekân ile toplumsal ilişkiler iç içe geçerler. Bu noktadan hareketle, Lefebvre’e göre, kent hakkı, kentsel mekânın üretimini belirleyen güç ilişkilerinin yeniden düzenlemelerinin gerekliliğini ve kent üzerindeki hak sahipliğinin de sermaye ve devletten kentin sakinlerine aktarılmasını vurgular. Kent hakkı bir reform çağrısı ya da direniş değil, kent ve kentleşme süreçleri üzerindeki denetimin kentin sakinleri tarafından ele geçirilmesidir (Baysal, (a), 2011: 364).

İkinci Dünya savaşı ertesi sağlanmış olan istikrar ve büyüme sınırlarına ulaşmış, keskinleşen çelişkilerin olumsuzlukları belirginleşmişti. Toplumsal hareketler, ırkçılık, savaş ve emperyalizm karşıtlığında ortaklaştılar; sistemdeki haksızlıkları seslendirdiler ve aynı zamanda, eşitlikçi ve adil yeni bir kent ve dünya talep ettiler. Lefebvre Kent Hakkını felsefi bir kavram ve geleceğin kentine yönelik bir ütopya olarak ortaya atmıştır; dolayısıyla, tartışılacak yönü de, açıklığa kavuşturulması gereken noktaları da oldukça fazladır. Neredeyse her hak, özgürlük ve demokratik değer ile yolu kesişen, herkese istediği her şeyi sunabilen, içi boş bir şemsiye slogana dönüştüğü örnekleri de vardır. Kimi yorumlarında, özündeki radikal muhalif duruştan saptırılarak içinin boşaltılması ve sistem karşıtlığının da sisteme entegrasyona indirgenmesi ayrı bir problemdir (Baysal, (b), 2011: 38).

Kentsel haklar konusunda önemli katkı yapmış olan David Harvey, Manuel Castells ve özellikle kentsel hakların akademik ortamda tartışılmasını sağlamış olan Henri Lefebvre 1960’ların sonları ve 1970’li yılların başlarında kent sorununa yeni bir yaklaşım getirmişlerdir. Her üç düşünür için kentsel yerel topluluk temelli hareketler onların fikirlerinin biçimlenmesinde öncü rol oynamıştır. Toplumsal hareketlerin ekonomik politik anlamını Marksist bir anlayışla ve sınıf temelli bir çözümleme ile çalışmalarının odak noktasına yerleştirmişlerdir. Harvey, kentsel soruna ilişkin olarak sermayenin dolaşım sürecinde kentsel yapılı çevresinin oynadığı rolü vurgularken, Castells, kolektif tüketimi ve onun çevresindeki mücadeleleri kent sorunun odağına yerleştirmiştir. Sermaye ve sınıf merkezli yaklaşımda Harvey kentsel çelişkiyi sermaye mantığından, Castells sınıf ve toplumsal hareketler temelli bakış açısından açıklamıştır. Lefebvre kentleşme sürecinde mekânın dönüşümü ve mekânın yeniden üretimine getirdiği yaklaşımla ele almıştır. Özellikle kentsel teorilerini insan coğrafyası açısından değerlendirmesi ile Harvey’i önemli ölçüde etkilemiştir. Lefebvre, Marksizm ve kent konusunu yeniden tartışmaya açarak kentsel tartışmalara canlılık kazandırmıştır. Harvey, O’ndan önemli ölçüde etkilense de Lefebvre’nin mekânsal ilişkilere atfettiği belirlenimci nitelikleri yadsımıştır. Harvey için mekân, hem insanı biçimlendiren hem de insan tarafından biçimlendirilen toplumsal bir boyuta sahiptir. Kentsel hak, Lefebvre’ye göre, kentle ilgili kararlarda kontrolü tümüyle sermaye ve devletten kent sakinlerine kaydırarak, kentsel mekânın üretiminin temelini oluşturan güç ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ihtiyacı üzerinde durmaktadır. Harvey ise sadece var olan kentsel haklara erişim değil, aynı zamanda bunları dilediğimiz gibi değiştirebilme hakkı olduğunu işaret etmekte ve kentsel haklar kavramını biraz daha geliştirmektedir (Güler, 2012: 51).

Farklı hareketler ve inisiyatifler “Kent Hakkı” kavramına çok değişik biçimlerde başvurmaktadır. Lefebvreci kavramsallaştırmada kentleşme, toplumun ve gündelik yaşamın sermaye tarafından dönüştürülmesini ifade eder. Bu dönüşüme karşı Lefebvre, toplumsal ve siyasi eylemlilikle hak yaratılmasının yollarını aramıştır: sokak –ve ona yönelik talepler- bu hakları tesis etmektedir. Bu bakımdan “Kent Hakkı” yasal bir hak olmaktan ziyade, zenginlerin ve iktidar sahiplerinin isteklerine karşı çıkan muhalif bir taleptir. Yeniden bölüşüm hakkıdır o, tüm insanlığı kapsayacak biçimde değil, ama ondan mahrum olan ve ona ihtiyacı olanlar için. Ve bu hak, sadece insanlar ona –ve şehrin kendisine- sahip çıktıklarında var olur (Mayer, 2011: 162).

Bu kavramın ilk kullanıcısı olan Lefebvre’ye göre bu hak ya da sözde hak karşısında, kent hakkı bir çağrı, bir taleptir. Bu hak, şaşırtıcı, dolambaçlı yollarla –nostalji, turizm, geleneksel şehrin kalbine geri dönüş ve var olan ya da yeni gelişmiş merkezlerin çağrıları- sakince dolaşmaktadır. Doğayı talep etme ve onun tadını çıkartma kent hakkının yolunu saptırmaktadır. Bu talep, dolaylı olarak olsa da yıpranmış ve yenilenmemiş kentten ve daha “gerçekten” varlığını bile kanıtlamadan kendine yabancılaşmış kentsel yaşamdan bir kaçışı ifade etmektedir. Doğaya olan ihtiyaç ve “doğa hakkı”, kent hakkından kaçmayı beceremeden onunla çelişmektedir. (Bu durum, geniş doğal mekânları korumanın gerekli olmadığı anlamına gelmez) (Lefebvre, çevirisi, 2011: 151).

Özetle kentsel hak, kentte yaşayanların çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Bu haklar kullanıcılarına bir yandan kente ilişkin düşüncelerini ve kentsel aktivitelerini tanımlamak için kullanıcı haklarını doğururken, aynı zamanda yaşanabilir konutların, yeşil alanların ve diğer hizmetlerin kullanımını da içermektedir. Kentlerde yaşayan insanların kente ait haklarının neler olduğunu bilme ve onun üzerinde karar sahibi olma hakkı vardır. Şu halde mahallelerde yaşayanlar orada yaşamaktan doğan haklarını bilen, yani mahallenin mekân organizasyonunun nasıl olması gerektiğine karar vericiler olmalıdır. Kentsel haklar kavramı, kent sakinlerinin ve özellikle kentsel alanlarda tehdit altında olduğu kabul edilen; yoksullar, çocuklar, yaşlılar, etnik azınlıklar, göçmenler, cinsel dışlanmışlar, kadınlar gibi toplumsal kesimleri korumayı öncelikli olarak amaçlamaktadır (Güler, 2012: 54).

Uluslararası STK’lar ve hak örgütlerinin “Kent Hakkı” için yasal bir düzenlemenin sağlanmasına yönelik çalışmaları belirgin bir ivme kazanmıştır. Gerek yerel, gerekse küresel ölçekte, kente dair gündemleri bulunan örgütler ile politik ağlar bu hakkın hayata geçirilmesini sağlayacak daha sağlam bir kurumsal zemin yaratmaya çabalamaktadır. 2007’de kurulan Polonyalı “Kent Hakkı” örgütü My Poznanciacy, web sayfasından şunu ilan ediyordu: “Kent hakkımızı talep edebilmenin biricik yolu devlet ve idari kurumlar tarafından resmen tanınan yasal bir oluşum meydana getirmekten geçiyor.” Özellikle ulus aşırı ağlar ile uluslararası STK’lardan oluşan diğer örgütler, “Kent Hakkı”nın ne ifade ettiğini açıklayan kılavuzlar kaleme almaktadırlar. Bu süreç 1990’ların başında Uluslararası Habitat Koalisyonu (HIC), Kentsel Reform için Brezilya Ulusal Forumu (FNRU) benzeri ulusal ve diğer uluslararası örgütlerle “adil, demokratik ve sürdürülebilir şehir ve kasabalar için” uluslararası sözleşme taslakları oluşturulmasıyla başlamış, bu taslaklar BM tarafından desteklenen çeşitli uluslararası ve ulus aşırı STK ve ağ toplantılarında kabul edilmişti. 1995’ten itibaren UNECO da kentsel gündem geliştirilmesine yönelik benzeri toplantılara dahil olmuş ve Brezilyalı örgütler “Kentte İnsan Hakları Sözleşmesi” için baskı oluşturmaya başlamıştı. 2001’de Dünya Sosyal Forumu’nun da “Kent Hakkı” için Dünya Sözleşmesi taslağı oluşturma çalışmalarına katılmasıyla tüm bu çabalar ivme kazandı. 2003’te bazı uluslararası insan hakları örgütleri UNESCO’yla birlikte ‘Kentte İnsan Hakları Sözleşmesi’ni hayata geçirdiler. 2004’te Uluslararası Habitat Koalisyonu başka örgütlerle birlikte önce Quito’daki Amerika Kıtası Sosyal Forumu’nda ardından Barcelona’daki 2. Dünya Kentsel Forumu’nda ‘Kentte İnsan Hakları İçin Dünya Sözleşmesi’ taslağını sundu; 2005’te Porto Alegre’deki Dünya Sosyal Forumu’nda “Kentte İnsan Hakları İçin Dünya Sözleşmesi” kabul edildi. Bu tür sözleşmelerin kimi kısımlarının devletler nezdinde kabulü de çeşitli kereler gerçekleşmiş, 2001 yılında Brezilya Anayasası’na ortak “Kent Hakkı”nı tanıyan bir Şehir Yasası eklenmiştir. Yerel düzeyde, 2006’da Montreal kentsel “Hak ve Ödevler Sözleşmesini” hayata geçirmiştir. Benzer şekilde, “Kentte İnsan Haklarının Korunmasına Yönelik Avrupa Sözleşmesi” kabul edilmiştir. Ana tema olarak “Kent Hakkı”nı belirleyen Beşinci Dünya Kentsel Forumu, BM’yi bu hakkı resmi olarak tanımaya zorlamanın gayreti içindeydi (Mayer, çevirisi, 2011: 164-165).

 

  • Kentli Hakları Kavramı

 

Kentli hakları, temel hakların, ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, siyasal hakların ve dayanışma haklarının gerçekleşme alanı olarak, kent mekânında somutlaşmaktadır. Bireyin sahip olduğu insan haklarını kentsel mekânda yeterince ve özgürce kullanabilmesidir. Kentli hakları, kentte yaşayan herkes için ayrım gözetmeksizin uygulanır. İnsan hakları, evrensel boyutta soyut olarak düzenlenmiştir. Buna karşılık, atomistik bireylerin oluşturduğu soyut bir toplumu temel alan insan haklarının aksine kentli hakları, kent içindeki insanı temel aldığından daha somuttur. İnsan haklarının uygulamaya geçmesi, pratiğe yansıması kentliler için kentli haklarının varlığı ile mümkündür. Kentli hakları hem kentlinin insan olarak sahip olduğu insan haklarını hem de bireyin yaşadığı kentin içinde bulunduğu kentsel toplumun üyesi, kentlisi olarak, o kentin kentsel ve çevresel değerleri üzerindeki hakların tümünü kapsamaktadır (Karasu, 2008: 38)

Kentlilerin sorunları sadece çevresel nitelikli değildir. Bu nedenle kentli hakları çevre hakları kapsamından farklı hakları da içinde barındıran daha geniş bir düzlemde bulunmaktadır. Çevre sorunlarının içeriğinde genelde kentleşmenin yarattığı sanayileşme vb. olumsuz olgular yer alsa da, kentsel hakların içinde çevre haklarını aşan, katılım hakları vb. içerikler de bulunmaktadır.

Kent ve çevre haklarının yalnızca bugünkü kuşaklar için değil, gelecek kuşaklar için de güvence altına alınması gereği, kent ve çevreye ilişkin düzenlemelerin gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Tüm yerleşim alanlarının sorunları özünde aynı ekonomik-toplumsal-siyasal yapının ürünüdür. Bu anlamda kentsel çevre, kentsel yaşam çevresi olarak değerlendirilmektedir. “Genel, evrensel ve soyut nitelikteki insan haklarının yaşama geçmesi, uygulamaya yansıması, kentliler için kent içindeki bireyi temel alan kentli haklarıyla somutlaşmış olmaktadır” (Balkır, 2010: 349).

Plansız-düzensiz kentleşme ve sanayileşme, teknolojinin olumsuz etkileri, nüfus artışı ve doymak bilmez tüketim alışkanlıklarının baskısı; çeşitli toplumsal ve ekonomik sorunların yanı sıra çevresel değerlerin niteliğini bozucu sonuçlar da yaratmaktadır. Yerleşim alanlarının sağlıklı yaşam koşullarını yitirmesi, hukuksal alanda ve insan hakları felsefesinde yeni gelişmeleri zorlamış, kent hakkı ve çevre hakkı gibi yeni hakların ortaya konmasını ve insan hakları sistematiği içinde tartışılıp incelenmesini zorunlu hale getirmiş ve dayanışma haklarında yeni bir hak alanının oluşarak genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Kentsel-toplumsal sorunların artması, konut hakkı ihlalleri; kent sakinlerinin, kente aidiyet ve çevre bilincini artırarak; buna ilişkin hak istemlerinin, kentli hakları olarak seslendirilmesine neden olmuştur. Kentte yaşayanların yaşam çevrelerine sahip çıkarak, mekanlarının fiziksel, toplumsal, siyasal, kültürel olarak biçimlenişinde karar sahibi olma isteminde bulunmaları, kentli haklarının doğuşunu ve gelişmesini hızlandırmıştır (Balkır, 2010: 348).

Birinci kuşak haklar daha çok bireyi devlete karşı koruyan, özgürlüğünü, güvenliğini, temel hak ve özgürlüklerini sağlayıp güvenceye alan, özel eylem alanını genişletici kişi ve siyasal haklardır. Bunlar Fransız Devrimi ile birlikte gelen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile yaygınlaşan hak ve özgürlüklerdir. Birinci kuşak hakların ekonomik ve sosyal boyutlarındaki eksiklik zamanla eleştirilmiştir; İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle devletlere ödevler yükleyen ve Birleşmiş Milletlerin Ekonomik ve Sosyal Haklar Şartında ifade bulan ekonomik ve sosyal haklar gelişmiştir. Üçüncü kuşak haklar olarak da dayanışma hakları yer almaktadır. Son dönemde ortaya çıkan ve insan haklarının yaygınlaştırılması özelliğindeki siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel kendi kaderini tayin, ekonomik ve sosyal gelişme, insanlığın ortak mirasından yararlanma, barış, insani yardım ve çevre hakkı gibi dayanışma hakları bireysel ve kolektif boyutlarıyla tüm toplumsal güçlerin çabalarını birleştirmeleri gereğini vurgulayan evrensel değerleri konu edinen haklardır. Tüm insan haklarının çağdaş uzantısı niteliğindeki dayanışma haklarının gerçekleştirilmesi, birlikte hareket etme gereği ile birey, devlet, kamu ve özel sektör kuruluşları, sivil toplum ve diğer örgütlerin katkısını gerektirmektedir (Palabıyık, 2004:1).

Kentli haklarının gelişimi değişen dünya gündeminin bir sonucudur. Dünya üzerinde giderek daha çok insan kentlerde yaşamaktadır. 1800 yılında dünya nüfusunun sadece %1,7’si kentlerde yaşarken, bu oran 1970 yılında %22’ye, 2000 yılında %48’e ulaşmıştır. 2000 yılında 2,9 milyar insan kentlerde yaşarken, bu sayı 2020 yılında 4,2 milyara ulaşacaktır. Üstelik bu nüfusun %77’si nüfusu 100 binden büyük yerleşim yerlerinde yaşayacaktır (Karasu, 2008: 39). Bu veriler altında artık somut olarak insanların, otoritelerden bekleyebilecekleri bir takım haklar bulunmalıdır.

İnsan hakları atomistik bireylerin oluşturduğu soyut bir toplumu temel almaktayken kentli hakları, kent içinde kentli yurttaşı temel almasıyla daha somuttur. Bir anlamda, insan hakları kentte, kentliler için kentli haklarıyla somutlaşmış olmaktadır. Bu ise toplumdaki bireylerin ve diğer aktörlerin yerleşme etiği geliştirmesine ve ona uygun biçimde davranmalarına bağlıdır. Böylece bir etik, demokratik toplumlarda nesnel işleyen kamusal alanın varlığı ve niteliği konusundaki toplumsal oydaşma ile oluşacaktır. Özelde iyi bir yerleşme sisteminin ilkeleri ve nitelikleri genelde ise, bir anlamda, iyi bir toplumun ne olduğu konusundaki ilkeler kapsamında yerleşme etiğinin amaçsal ilkeleri olarak yaşaabilirlik, hakçalık ve sürdürülebilirlik önerilmektedir. Yaşanabilir, hakça ve sürdürülebilir bir yerleşme sistemine ulaşmada izlenecek yöntemler olarak da yurttaş bağlılığı, yapabilir kılma ve yönetişim dikkat çekmektedir.

Kısaca kentli hakları, kentte yaşayan ya da bulunan kentlilere, diğer insan haklarına ek olarak tanınan, henüz gelişme sürecinde bulunan, insan haklarının bütünselliği içerisinde yer alan bazı hak ve sorumluluklardan oluşmaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısının kentlerde yaşadığı çağımızda insan haklarının yaşama geçmesi, kentli haklarının uygulanabilir olmasına bağlıdır. Kentli haklarında temel amaç, kentlilere insan onuruna yakışan bir yaşamın sağlanmasıdır. Kentli hakların özelliği, bu hakların diğer insan hakları gibi birinci ve ikinci kuşak haklarla dayanışma hakları içerisinde bulunan hakları da kapsamında bulundurması; uygulanabilirliği için ise işbirliği ve dayanışmayı gerektirmesidir. Tüm insan hakları için geçerli olan ve hakların varlığı, tanınması, korunup geliştirilmesindeki yaşamsal gereksinimler, demokratik değerlerin var olduğu ortam ve bunları kullanma yetisindeki duyarlı, bilinçli kentlilerin varlığı ile bunların güvencesi normlar bütününün bulunmasıdır. Bunların tanınmadığı ya da gerçekleştirilemediği toplumlarda genelde insan hakları özelde ise kentli hakları, büyük ölçüde, soyut ilke ve düzenlemeler biçiminde kalacaktır (Palabıyık, 2004: 2).

“Kentli haklarının içeriği çok geniştir. Kentli hakları; kentteki eğitim ve kültür faaliyetlerinden yararlanma, suç ve şiddetten arındırılmış güvenli bir kentte yaşama, temiz su kaynaklarının temini, hava kirliliğinin önlenmesi, kıyı alanlarından toplumun eşit biçimde yararlanması vb. birçok hakkı kapsamına almaktadır. Kentli hakları, yerel hizmetlerin etkinliğinin artırılmasında, ekonomik, sosyal ve kültürel olanakların yaratılmasında, yerel topluluk ve dayanışma duygusunun geliştirilmesinde ve yerel yönetimlerde etkin yurttaş katılımının teşvik edilmesinde önemli bir yere sahiptir. Kentli haklarının hayata geçirilmesi, demokrasinin yerel anlamda işletilmesi, insan haklarının yaygınlık kazanıp, uygulanması, kentsel yönetimlerin verimli hale getirilmesi, yerel inisiyatifin harekete geçirilmesi için zorunludur.

Kentli haklarının varlığı özellikle siyasiler için zorlayıcı bir güç olacaktır. Kentli haklarının gerçekleşme düzeyi, yerel yöneticilerin çalışmaların bir göstergesi olarak rahatlıkla değerlendirilebilir. Bu itici güç, aynı zamanda, kentsel yaşam kalitesinin artırılmasında, kentli haklarının gereği gibi uygulanması için bir tür güvence oluşturmaktadır. Kentli hakları, kentsel yaşam kalitesinin özünü, gerçekleşme düzeyini belirleyen, geliştirilmesi için varılması gerekli hedefleri gösteren temel birer öğe niteliğini taşımaktadır. Bu anlamda kentli haklarının yasal bir düzenlemeyle bağlayıcı hale getirilmesi hem yurttaşların hakları bakımından hem idarenin sorumluluğunun hukuki bir zemine oturtulması bakımından büyük bir öneme sahiptir.” (Karasu, 2008: 40-41).

Kentli haklarının önemli bir özelliği de demokrasi arayışındaki kent ile ilgili kavram olmalarıdır. Eski Yunan’dan Roma’ya, Ortaçağdan Ulus-devletlerin oluşumuna ve günümüze kadar bakıldığında kentler, demokrasi, insan hakları, yerellik, katılım gibi kavramlarla birlikte gelişmektedir. Kent, iktidarın mekânsal dağıtımında önemli bir yer tutan, çoğulcu katılımı ve yerel hakları ön plana çıkaran bir mekandır. Daha çok demokratik yerel yönetim ile ilgili olan kentli haklarıyla; kentsel yaşam, kenti hem bir yerel hizmet birimi olma hem de demokratik kendi kendini yönetim birimi olma yaklaşımı ile ele almaktadır. Yerel yönetimin temel değerleri olan özgürlük, eşitlik ve refah gibi kavramlarla, insan hakları kavramı çakışmakta olup; bu çakışma noktasına, kentli hakları damgasını vurabilir (Balkır, 2010: 349).

 

-iutul-

SON YAZILAR
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.